ikinci nesil yeni yazar. sözlüğe çok şey katacağına kendi adıma eminim ben. ilk entrysini ve hoş geldin'inini yazmış olmaktan dolayı da ayrıca mutluyum. hoş geldi.
facebook'ta bir video'da duymuştum bu cümleyi...
fena halde kafayı bulmuş bir ikoncan paytak paytak yürürken kendisine bir şeyler sormaya çalışan muhabirin sorusuna alakasız olarak söylüyordu bu cümleyi ve yüz defa tekrarlıyordu.
sanırım o kişiye(adını sanını bilmem ondan kişi diyorum, altında yatan bir ironi yok) gönderme yapma amaçlı bu mahlası seçmiş espri anlayışı geniş bir yazardır kendisi...
yok eğer gerçekten bahsettiğim videodaki ikoncanın ta kendisisiyle... ummm... aslında gideri de var yani, yok değil. önceki satırlarda yazdıklarımı unutabilir.*
kendisiyle birgün, oğlak eti yemek isterim. ekmek arası, sac kavurma, buğlama artık nasıl oluyorsa. ilkleri her zaman bilen biriyle yaşama taraftarıyımdır.
sözlüğün en durgun anlarında, onun entryleriyle karşılaşıp tebessüm etmek çok sık olmaya başladı son günlerde. iyi ki var.
asıl şey diyecektim ben, bugün büyük gün. yani onun için. canım.
bugün sürekli aklıma, romantik komedilerdeki kızların ilk buluşmalarında yakın arkadaşlarını arama sahneleri geliyor nedense. (en klasiği de tuvalette olur) dikkatli olmak lazım, bazen duvarlar haddinden fazla ses geçirebiliyor.
istanbul sınırlarına girer girmez yanına koşacağımdır.
çok özledim, çok şey birikti. şu ne zamandır içimde tuttuklarımı, teknoloji aracılığıyla anlatmaya kıyamayıp yüzyüze paylaşmak istediklerimi döksem artık bi.
bu sefer ona daha çok iş düşüyor. çünkü ben ilk kez, istanbul'a hiç ama hiç gitmek istemiyorum. bi şey yap, istanbul cazip gelsin bana. ama zor ya bu şartlarda.
bir ene'l hak durumu mu var nedir, nick'i üzerine son 33 saatimi harcayıp sonuca varamadığım yazar. hürriyet'in arka sayfasını yazmakla görevli nevadalı ve isviçreli bilim adamlarına bırakıyorum ben bu konuyu. bir de kısaca ne diyeceğiz bu yazara o konuyu çözmeye çalışıyorum günaha girmeden ama beceremiyorum.
ne çok derdim var lan benim. bu sözlük beni dert sahibi yaptı.
dostum naptın sen ya? kötü oldum. bence bizim içme zamanımız gelmiş. şu vizeler bi bitsin de. (bu arada ben içkiye değil, rakıya tövbe ettim. diğerlerinde sıkıntı yok yani.)
üniversitedeki ilk yılımın, bir yıllık hazırlık serüvenimin bana kazandırdığı en güzel şeylerden. canım ya direk. o kadar net, o kadar tartışmasız.
bu okula adım attığım ilk günden beri gerek fiziksel varlığı, gerek sonsuz desteğiyle hep yanımda oldu, yanında oldum, olmaya çalıştım. bugün birlikte, ama ayrı kutladığımız ikinci doğum günüm. (zaman inanılmaz bir hızla akıyor.)
yine birlikte kutlayamadık demiş. bizim kutlama yapmak için, kutlama havasına girmek için doğum günü gibi bahanelere ihtiyacımız yok neyse ki. çok üzülmedim o yüzden, biliyorum ki telafisi fazlasıyla olacak. *
ilk zirvesi olan vur patlasin cal oynasin eskisehir zirvesi ile tanıştığım epey mutlu olduğum yazarcan. bir insan bu kadar uyumlu olamaz. acayip sevimli sıcak kanlı bir insan. iyi ki istanbullardan kalkıp gelmiş ne de hoş etmiş ama keşke biraz daha kalsalardı... 2gün boyunca eşlik ettik eğlenceli hatun ama beni gondolda bir ara korkuttu tepede bişi odu sandım neyse ki inince gördüm ki hala iyi... neyse bu saçmalamalarımı bir kenara bırakıp tanışmaktan mutlu olduğumu belirtmek isterim umarım dostluğumuz hep sürer...
3 haziran 2011 vur patlasin cal oynasin eskisehir zirvesinde tanıdım kendisini, melek gibi, şeker, çok şey bi insan. gondolda bi ara çok endişelendik bişeyler oluyo diye, kulaklıktan cem yılmaz dinliyormuş meğer, öğrendik sonra.
3 haziran 2011 vur patlasin cal oynasin eskisehir zirvesine gondolla katılan isim olmuştur. sordum kendisine venedik'ten özel getirttiğini söyledi. demirlediği porsuk çayı'a ayrı bir hava katmış. tutarsa çayda gezinti amaçlı bir projesinin olduğunu da eklemeyi unutmadı. yalnız yoshida çalmış bu projeyi hemen, vermiş siparişleri allahsız.
özlediklerim listesinde ilk sıralarda çok uzun zamandır kendisi. ben de dedim buna bir son vereyim artık, atlayayım istanbul'a gideyim. en azından bir süre ilk sırada başkalarına da yer açalım. biletimi aldım, geliyorum.
tabi bunlar işin palavra kısmı. vize işim olmasa hayatta da 6 saat yol çekip gitmem istanbula bu karışıklıkta. amaa gel gör ki, istanbul'a adımımı atar atmaz soluğu yanında alacağım ilk insan o.
özetle, özledim. özlemimi gidermek için de gün sayıyorum. bu kadar. öptüm.
geçen gün çok güzel bişeye vesile oldu. canım benim.
hiç kaybetmediğim, ama uzun zamandır kaybettiğimi hissettiğim, aslında gizli gizli hep kaybetmekten korktuğum biriyle eski günlerimize dönmemizde ciddi bir etkisi var. (kim olduğundan uykusuz itirafta bahsetmiştim. itiraflarımı takip edenler hemen anımsayacaktır. hani ani karşılaşmalar falan. anladınız.)
bu arada kendisi şu anda 678686. uykusunda olmalı.
iyi ki doğmuş, iyi ki var, iyi ki hayatıma girmiş. canım benim ya. şimdi ben buraya ne yazsam az. ne yazsam, hep bir şeyler eksik kalacak. 3 yıl az bir süre değil çünkü. bir de dolu dolu geçmiş bir 3 yıldan bahsediyorsak.
şöyle bir geriye baktığımda, "vay be" diyorum. neler yaşamışız, neler paylaşmışız. ağlamışız, gülmüşüz, kızmışız, eğlenmişiz, tatrışmışız, gezmişiz tozmuşuz, dedikodu yapmışız.. ama hep birbirimizin en yakını olmuşuz.
hayatımın kocaman bir parçası o benim. çok seviyorum. gerçekten. her zaman da söyleyemem böyle şeyler. bugün doğum günü, hem de ben mutluyum. öyle işte. güzel.
aslında şey olacak, böyle takip mekanizması. mesela mahlas altına bakıyorum, pelin bunun çok yakını. pelin'e atarlanacaksın, kızacaksın misal. getir bunu yazsın diyeceksin. birileri bu yazarlarla ilgilenmeli. tabii.